Korkuyordum ya hani ben bu filme gitmeye, sonunda korkuların üstüne gitmeye karar verdim ve gittim. Kiminiz mutlaka git, sakın kaçırma seni anlatıyor gibi geldi bana dediniz, kiminiz git mutlaka bizim hikayelerimiz Ankara’mız dedi, kiminiz gitme çok saçma bu kadar tesadüf bir arada olmaz dedi, biriniz de sakın gitme çok üzülürsün dedi. Ben de aranızdan 2 kişinin önerdiği gibi ani bir kararla tek başıma gittim. İyi ki de öyle yapmışım. Kendi düşüncelerimle film arasında kalıp filmi kaçırdığım anlar bile olmuştur, hele de birileriyle gitmeye ne hacet...
*** Şu andan sonrasını filmi izlememiş olanlar okumasın, baştan söylüyorum, sonra söylemedi demeyin hiç. ***
Ben daha filmin en başında, Deniz film görüşmesinde “1977 Ankara doğumluyum” diye başlayıp sağ ve sol profil vererek kendini audition yapanlara beğendirmeye çalıştığında sıkıntılanmaya başladım, bu film beni çok yoracak, yol yakınken çıksam mı diye düşündüm, zor bişey kendi hayatının içindeki çelişkileri perdede görmek. Sevgilisinin ailesiyle tanıştığı yemekte ve sonrasındaki araba sahnesinde iyice daraldım, bütün o oyunculuk tercihi ile ilgili yapılan tartışmalar, gizli yergiler, küçümsemeler, kibarca “gel seni bu hayattan kurtarayım”la aynı kapıya çıkan sevgi adı altında gösteriler. Var böyle insanlar, benim bu işe başlarken yanımda olan ailemin, hala yanımda olan insanların tamamı bana çok destek oldukları için kendimi çok şanslı hissettim. Tam o anda kız da zaten City’s in önünde cart diye frene basıp indi ya arabadan, biraz rahatladım, kalıp izlemeye karar verdim. Ne de olsa ben buraya korkularımı yenmek için gelmiştim zaten.
Filmin 1. yarısı bittiğinde etrafımdakilerin konusmaları beni kendi düşüncelerimden kopardı; “Ya nesini methettiler ki bu kadar bu filmin anlamadım valla!”... “Ne var ben anlamadım, bomboş bir film! Nesine ağladılar onu da anlamadım valla”
Düşündüm, anlamamaları o kadar normal ki; yürümeyi ilk öğrendikleri yaşlardan itibaren anne babalarıyla, ya da dedeleriyle Kuğulu Park’a gitmediler ki onlar. Gençlik Parkında bir su birikintisinin kenarında oturup, “Oh ne iyi ettik de geldik” diye ailecek mutlu mutlu bir pazar günü geçirmemişlerdir. Hayatının ilk yetişkin oyununu Şinasi Sahnesi’nde izleyip, aradan 20 yıl geçtikten sonra Ankara’ya tiyatro turnesiyle gelip Şinasi’de sahneye çıkmanın ne olduğunu kaç kişi bilebilir ki? Yazık anlamadılar tabi filmin 1. yarısından hiçbişey, kaç Kolejli tanıyorlar acaba hayatlarında? Ne bilsinler bizim her Haziran’da karne günü Tunalı’da yumurta savaşı yaptığımızı? Eminim 2. yarıda da çok şey anlamadılar, bizim anladığımızın onda birini anlayamadılar, onlar eminim oyun çıkışı “Napılır bu Ankara’da ya? Eğlenilecek bir yer var mıdır ki?” diyen çocuğun Ankara’ya yabancılığı kadar filme yabancı kaldılar. Manhattan’a gitmek nedir, Manhattan’da arkadaşlarının sahnede olması nedir, Manhattan’da sahnede olmak nedir, Botanik Parkı, Seğmenler Parkı, Kuğulu Kavşağı, And Sokak, Atakule, Karum’un merdivenleri, arkada otelin silueti, Cafemiz, ve hatta 5 saniyelik bir karede Esenboğa Havalimanı’nın dünya çapında aldığı ödülün görüntülenmesi, ne gibi bir anlam ifade etmiş olabilir ki salonda oturan çok aşık çiftler için? Film boyunca 06 plakaları görerek bile nasıl hasret giderdiğimi anlatmak isterdim onlara. Hani diyor ya Özgür Ankara’daki son sahne aldıkları yerde, bundan sonra yola İstanbul’da devam edeceğiz, ama kalbimiz hep Ankara’da. Hani Deniz’in dedesinin dediği gibi: “Ankaralılar için Istanbul bir başkasının çocuğu gibidir, gülünce iyi güzel de, ağladığında bırakıp kaçmak istersin” Benim için de böyle mi? Ne zor bişey insanın bir şehirde yaşayıp kökünün ve bütün kaynaklarının başka bir şehirde olması.
Ben de aynen filmin kahramanları gibi 7 seneden uzun zamandır buradayım, benim de ailemin dönüp gelmemi istediği çok zamanlar oldu, Ankara’ya dönmediğim için çok pişman olduğum zamanlarım vardır benim de. Hala her ay, o tren garındaki sahneler benim için de çeşitli istasyonlarda yaşanır; “Aman kızım dikkat et kendine, iyi ye, yorulma, paran var mı, üşütme sakın...” “Tamam merak etmeyin beni...” Benim de Ankara’da bazen dargın bıraktıklarım olmuştur, içimde o huzursuzlukla Istanbul’a döndüğüm zamanlra. Ama hiçbir kırgınlık, ağızdan çıkan hiçbir laf, etle tırnak gibi olan insanların birbirine hasret gitmelerine sebep olmamalı bence, hiçbirşey o kadar uzatmaya değmez bu hayatta. Sevdikleriyle evi arasında kilometrelerce uzaklık olan insanlar benim dediklerimi çok iyi anlayacaktır, hep bu korku ve endişe vardır, hepimizde.
Tesadüfler başrolde diyorlar bu film için. İki çocukluk arkadaşının yıllar sonra Istanbul’da karşılaşıp bir balıkçıda balık yiyerek başlayan hikayeleri sonun başlangıcı. Adamın iyi niyetli sıcaklığının altındaki mütevazi hali... “Benim de doğumgünüm olduğunu söylemek istemedim çünkü senin üzerindeki ilgi dağılsın istemedim” bunu yapacak ne kadar az insan vardır, ya da ben unuttum artık. Kızın deli dolu asiliğinin başına buyrukluğunun altındaki kırılganlığı ve yıllar öncesinden gelen kırılmışlığı. Babası tarafından hayalkırıklığına uğratılmış kızlar her zaman bize göre hayata 1-0 yenik başlıyor bence. Filmin bazı hayatımdan uzaklaşan minör hikayelerine rağmen o kadar çok sahne ve o kadar çok hikaye benimdi ki, yine aranızdan iki kişinin dediği gibi, sanki bu film benim hayatımı anlatıyor, 1977 Ankara doğumluyum, Kolej mezunuyum, oyuncuyum, aynı Deniz gibi genellikle bembeyaz giyiniyorum ben de bütün sahnelerimde, aynı onun gibi bambaşka bir duyguyla oynuyorum bazı günler bazı sahneleri, kafamdan neler geçiyor neler, tesadüf bu ya benim de doğumgünlerime genelde oyun günleri denk gelir. Ama adımı aynen kullanmak istememişler sanki, bir harfle değiştirmişler işte. En çok tesadüfler var başrolde bu filmi izleyenler için, ama yine aranızdan birçoğu ve benim için bu filmin başrolünde bir şehir var, çünkü bizim bütün hikayelerimizde hep bu şehir var; yürüdüğümüz sokaklar, araba kullanmayı ilk öğrendiğimiz yollar, o müzikleri dinlediğimiz, o oyunları izlediğimiz, top oynadığımız, yumurta savaşı yaptığımız, kuğulara simit attığımız... Çünkü, karın hiçbir yerde bu kadar güzel yağmadığı, bu çirkin kuru şehir bizim ailemiz, dostumuz, sevgilimiz, doğduğumuz ve er ya da geç döneceğimiz toprağımız.
Domuz gibi çıktım filmden. O birinci yarıda hiçbirşey anlamamış olan aşık çiftlerin hepsi çıkışta selpaklara dadanmışlardı. Ben bir damla bile ağlamadım, öyle kafam dimdik çıktım salondan, sonra da alışveriş merkezi’nden sokağa. Derin bir nefes aldım, düşüne düşüne eve yürüdüm karanlıkta. Bu filmin bana verdikleriyle Ankara’lı olmayan arkadaşlarıma verdikleri ne kadar farklıdır diye düşündüm, sonra da amaaaan dedim, bir sefer de bize olsun bu film, varsın bizim anladığımızı anlamayıversin Istanbul’lu. Ankara’yı ve uzakta olan bütün sevdiklerimi düşündüm.
Düşündüm ki bu filmden çıkınca aklınıza düşen, hemen aramak istediğiniz insanlar varsa, işte o insanlar önemlidir, onları hayatınızdan isteseniz de çıkaramazsınız.
Ve eğer bu filmi izledikten sonra aklına düştüğünüz, sizi hatırlayan insanlar varsa, bilin ki onlar için de siz aynen öylesiniz.
Ve eğer bu filmi izledikten sonra aklına düştüğünüz, sizi hatırlayan insanlar varsa, bilin ki onlar için de siz aynen öylesiniz.
Eve geldiğimde aynada kendi görüntüme inanamadım, setten çıktığım için makyajlı olan suratım, aynı Deniz’in son sahnedeki hali gibi yol yol yanaklarımdan aşağıya akmış. Bir ölüyü oynadığım için her zaman olduğu gibi beyaz olan kostümlerimin paltosu vardı üzerimde. Aynı Deniz’in son sahnedeki hali gibiyim. Ve hiç ağlamadığımı düşünürken nasıl bu kadar ağlamışım ben?
Yokladım kendimi.
Yok, ölü değilim, çok şükür yaşıyorum, demek ki hala umut var!
- 03.03.2011 -
Yok, ölü değilim, çok şükür yaşıyorum, demek ki hala umut var!
- 03.03.2011 -