Pages

March 28, 2014

Çanak Sorular

Bazı sorularım olacak...

Kronolojik sıradan bağımsız olarak ve binlerce cevapsız soru arasından seçilerek hazırlanmıştır.
Lütfen bildiklerinizden başlayın. Bilmediklerinizle çok vakit harcamayın atlayın.
Zira süre oldukça kısıtlı, 48 saatten az zamanımız kaldı.

1. Kapatıldıktan hemen sonra, daha da büyük bir yoğunlukla Twitter'a girilen bu ülkede bir hafta sonra Youtube'u da kapatıp komik olmaya devam edebilen hangi ülkenin hükümetidir?

2. Seçimlere 1 hafta kala; önce Niğde'de kurgulanmış bir terör saldırısı ile kendi yurttaşlarıını katleden, ardından  kendi hava sahasına girerek "Suriyeli rolü yapan" bir uçağı düşürüp savaş yolları arayan hükümet vatandaşını ne yerine koymaktadır?

3. "Kimin işine yaradığını bilirseniz, kimin yaptırdığını da anlarsınız" diyen devlet adamı, bir anlamda bir itirafta bulunuyor ve son dakikada bir manevra ile aslında sine-i millete döndüğünü açıklıyor da biz mi anlayamıyoruz?

4. Kendilerini dinleyen herkese hakaretler saydırıp beddualar ederken kendileri dinlemeye bile zahmet etmeden direkt "evlerin içine girip ordan görüntü kaydı alma" telkini ile Milli İstihbarat Teşkilâtını kendi aile içi belgesel kameramanı gibi kullanan bir Başbakanı hiç duymuş muydunuz?

5. Duydunuz mu demişken... Dün siz de tüm Türkiye'de bir siber saldırı gibi dalga dalga yayılan o tuhaf, sesi duydunuz mu? Camdan beline kadar sarkmış, aşağıdaki çocuklara "Aaaayyhh! Topunuzu keserim, inlerinize girerim, başka yerde oynalyın leeen" tonlaması ile bağıran bir başbakan varmış, gördünüz mü?

6. Kendi seçmeninin yarısından çoğunun parti politikalarından vesaire bihaber olduğundan, yani AKP'ye değil, Tayyip Erdoğan'ın kendisine gönül verenler (boy, pos, ses, atarlanma, azarlamaya meftun olanlar) olduğunu bilmiyor mu? Bunu biliyorsa nesine güvenip de o sesle meydanlara çıktı?

7. Biz sese bak diye gülerken Dışişleri Bakanlığı'nın ofisinden sızıveren ve siyaseti kendi vatandaşının kanında boğma planları yapan sohbeti dinleyebildiniz mi?

8. Youtube biz bunu dinleyemeyelim diye kapatıldı ama tabi ki kapanan eden bir sey yok, "Yine kapatamadı..."diye cümle âleme rezil olmak dışında bir fark yaratabildi mi?

9. Tam bu noktada bir de dışardan soru almak istiyorum: "Twitter Youtube, bu nereye varacak Türkiye?" (Stefan Füle)

10. Bu kaydın içeriğinin konuşulmasını tartışılmasını engelleyen RTÜK, yaptığı açıklamada: "Özel hayata saldırı olması sebebiyle" dedi. Ülkeyi savaşa sokmak için kurgulanacak düzmece senaryoların tartışıldığı ses kaydının neresi özel hayat? Dışişleri Bakanının evinin yatakodasında mı yapmışlar bu konuşmaları?

11. Bu son dinlemeyi ileri derecede büyük bir tehdit ve casusluk olarak kabul edenlere gelsin bu sorum: Casuslar devletleri dinler, bu siyasi mafyayı dinleyen neden casus olsun ki? Ahlaka aykırı olan kısmı neresi dinleme mi yoksa içerik mi?

12. "Vatan Haini" kimdir, kime denir? Kendi vatandaşını birbirine kırdırma konusunda son noktaya vararak kendi hava sahasına girecek uçak angaje eden, komşu toprağından adam toplayıp kendi toprağına füze attırarak savaşı meşru kılacak mafya hükümet mi, yoksa bunları dinleyen, sızdıran, halka açan gizli güçler mi, yoksa, yasak masak dinlemeden bu konuyu tartışan konuşan hesabını soran vatandaş mı?

13. Haftalardır aynı şeyi sorup duruyorum, artık birisi bir cevap versin; dinlemelerin usulsüzlüğünden bize ne? Dinlenen içerikler bu kadar can alıcı, hem de mecazi olarak değil kelimenin gerçek anlamı ile "can alıcı" iken, dinlemenin usulü kimin umurunda?

14. Bir de şu dün akşam CHP telefonlarından binlerce kayıtlı seçmeni arayıp ya da sms atıp "Adayımız Sarıgül yarıştan çekildi, boş oy atarsanız partimiz adına kazanç olacaktır" diyenler kimler? Ankara'da kabadayılarını piyasaya süren sonra TV'de ağlayan kim?

15. Pazartesi sabahı diliyorum ki çok büyük bir rahatlama ve umutla uyanacağız. Ama yine ve hala, aylarca daha bu hükümetin kafaya göre politikaları ile yaşamaya devam edeceğimizin farkında mısınız? Çünkü bu seçim malesef genel değil, yereeeel, yereelll... Soluğunuzu, sabrınızı, enerjinizi, aklınızı daha uzun bir maraton için hazırladınız değil mi?

16. Ben 30 Mart Pazar sabahı, Başbakan'ın da ikamet ettiği ve oy vereceği ilçede, bir başka okulda görevliyim. Bütün arkadaşlarıma tuttuğumuz ve atmaca gibi korumaya çalışırken sabırla ve sükûnetle sakin kalmaya çalıştığımız "şeffaf kalelerimizde" kolaylıklar dilerim. Kendi seçim sandığınıza gidip oyunuzu verip dönerken de sevdiğim bir gazetecinin "daha az dayatmacı" önerisini hatırlatmak istiyorum:

"Pazar günü oyunuzu kullanın, lütfen hatalı sollama yapmayın..."

Rica etsem, izlemeyenler izlesin, izleyenler izlemeyenlere izletsin...
http://vimeo.com/90230052

Mutlu ve umutlu bir pazar gecesinde görüşmek üzere...

Şeniz Kurultay Gürakan
- 28.03.2014 -

March 20, 2014

Sandığın başına geçtiğimizde...

Demiştim ya, izliyorum ve anlatıyorum.
Kafdağımın ardından tepetaklak ineli çok oldu ama halâ izliyorum ve halâ da şaşırıyorum.

2 gün içerisinde bile bir yıla sığabilecek kadar fazla olaya şahit oluyoruz, ağzımız açık hepsine yetişmeye çalışarak takip ediyoruz etrafımızda olan biteni.

Seçim meydanlarından, her iki cümlede bir gönderme yaparak, aslında aklınca bitirmeye çalıştığı eski ilişkisinde kalbini kıran eski sevgilisine laf sokar gibi gibi halka şikayetlerde bulunan bir zavallı adamın, öfkeyle hırsla egoyla parmağında döndürdüğü bir ülkede yaşayan insancıklarız biz en nihayetinde.

Ama benim sözüm başka iki kişiye olacak...

İlk önce bu ülkenin din ile yaşayan insanına. "Dinci" ile "Dindar" aasındaki ayrımda nerede durduğunuzu on gün içinde  kendinize kanıtlayacaksınız. Başka hiç kimseye değil, yine kendinize.

Dini kendisine yol yapmış, üstünde gide gele bundan kirli çıkarlar sağlamış ve bu aciz nemalanmaları bitmesin diye bu yolda ısrarla devam edecek kadar fakir olduğunu hiç sanmıyorum maneviyatınızın. Kul hakkı yiyen, evleri ocakları karartan, Allah, kitap ve kutsal olan her ne varsa hepsi ile, en iyimser ifade ile dalga geçen bozuk insan türünün bir kez daha sırtını sıvazlayarak, durmak yok yola devam dedirtmeyeceksiniz değil mi?

Başka hiçbir şey, ne kişisel özgürlükler, ne demokrasi, ne insan hakları, hiçbir tanesinin yeri olmadı belki bugüne kadarki yaşam arayışlarınızda. Ama sadece bu din düşmanı inanların gerçek yüzünü gördüğünüz için ayrışacaksınız bundan sonra. İşte o gün sandığa giderken "bismillah" diyip pusulaya mühürü basarken, dinci ile dindar arasından hangisi olduğunuza basacaksınız vicdanınızdaki mührü. 

Belki bunları okuycaklar arasında, bu üstte yazdıklarımın muhattabı hiç kimse olmayabilir, Ama yine de bunları söylüyorum, üstüne basa basa. Belki asla okumayamayacak olsalar da, onlara da içimden bir cevap vermiş oluyorum son duyduklarımızdan sonra. Dinci misiniz dindar mı, soru çok basit aslında, cevabı da sizde.

Asıl sözüm ise aslında kesinlikle okuyacak olanlara...

Asıl sözüm sana çünkü sen benim arkadaşımsın, meslekdaşımsın, aile dostumsun ve yarın öbür gün olur da 30 Mart'tan sonra aynı senaryo tekrar oynanırsa; malesef yine oturup beraber dertlenip ne olacak bu memleketin hali diye konuşacağım insansın.

Biliyor musunuz aslında en büyük güç bizde. Öyle görünmese de. Beğenmeyen, değişim isteyen, itiraz eden, eleştiren insanlarız biz. Bugün de aynen öyle yapıyoruz.

Ama ne olur bugün yapmayın.

Çünkü hayatta herşey iyi veya kötü zamanlamadan ibaret. Ve şu an zamanlama çok kötü.

Sandıklarımıza sahip çıkmak için sabahın köründe kalkıp, sırf daha fazla oyun oynanmaya müsait diye oy vereceğimiz merkezden çok daha uzak semtte bir okula gidip tüm gün orada gözümüzü dört açıp beklediğimiz bir seçim daha olmuş muydu? Benim olmamıştı... 

Şimdi gördüğüm lüzum üzerine, belki de haddimi aşarak söylüyorum ki, oylarımızın çalınmasından da sahte oylardan da herşeyden daha büyük bir tehlike var bizi bekleyen, o da kendi elimizdeki oy pusulası. 

Bu yüzden hangi ilde hangi ilçede hangi adayın daha güçlü olduğu konusunda yapılan sohbetleri elinizin tersi ile itmeyiniz, ilgi gösteriniz. Siz hepsine burun kıvırırken, milletçe hep birlikte beton duvara doğru son sürat ilerlediğimizin farkında olun.

Lafı fazla uzatmayacağım canım arkadaşlarım. 30 Mart sandığı kalbinizle oy vereceğiniz sandık değildir. Malesef sadece ve sadece aklımızla oy vermemiz gereken bir seçime doğru gidiyoruz.

Çok fazla konuşmama da gerek yok, çünkü bu konun muhattabı olan herkes daha ilk cümleden ne anlattığımı zaten anladı biliyorum. Ama ben yine de kendimi tekrar söylemek zorunda hissediyorum:

Demokrasinin en küçük hücresine bile rastlamamız mümkün olmayan bu günleri, normal bir seçim zamanı ile kıyaslamadan, sandığın başına geçtiğimizde kalbimizle değil aklımızla oy vermemiz gerektiği konusunda şiddetle ısrar ediyorum. Demokrasimizi tekrar kazandığımızda yapacaklarımızı bugünden yapmayalım. Kaybeden hep biz oluyoruz. 

Ve beni tanıyanlar çok iyi bilir.
Kalbini unut aklınla hareket et cümlesini hayatında ilk kez kurmuş bir insan olarak söylüyorum bunu sizlere.

Umarım da son olur.

20.03.2014
   

March 13, 2014

Sevme İstemem


Biz seni yıllar öncesinden gelen intikam hislerine bulanmış hıncınla tanıdık. 

Daha ilk "Eyyy eli öpülesi analar" dediğinde, yıllar sonra "ananı da al git" diyen adam içinden ne zaman çıkacak diye bekliyorduk.

Ta en başta "Türban meselesi" diye bir meseleyi hiç yoktan kafamıza sokup, demagojik oy dilenmelerini dinlerken "başörtülü bacınla" ilgili akla gelmedik fantazilerini ne zaman su yüzüne çıkaracaksın merak ediyorduk.

"Yaradılanı severiz, Yaradandan ötürü" dediğinde çoktan biliyorduk, ne yaradılan insanı, ne ağacı, ne de hatta çocukları sevemeyecek kadar para ve güç aşkıyla kör olmuş olduğunu.

Şimdi Berkin'in vurulmasının üstünden 270 gün, ölümünün üstünden günler geçmiş, hala "bir başsağlığı dilemez mi insan" diyoruz….

Dileme istemem. 

Bu kağıt kesiği gibi içimizi doğrayan ölümlerin ardından tek yorumun "Borsa sabah biraz düştü, ama akşama toparladı, bir şeycik olmaz" olarak kalsın ne olur, üstüne hafifletici hiç bir söz söyleme istemem... 

Adını anmak istemediğim hükümet artığı bakan mesela. Sen de lütfen hiç bir yerde çıkıp özür dileme yazdığın sonra da korkup sildiğin o en samimi düşünce ve hisleri için. 

Hep böyle kal, hep çıkarına yakın.


Biz sizi görür görmez tanımıştık da, bilmeyenleri görmeyenleri tanımayanları bekledik yıllarca. Şimdi takke düştü fesat göründü. Hadi şimdi bu gazla sandık başına!

Dün küçüğü uğurladık, ben bu kalabalığı Uğur Mumcu için gördüğümden beri hep acının içinde umut dolarım. Sokaklarda milyonların içinde bir zerre olarak yürürken düşündüm; nasıl birşeydir acaba milyonların tek bir ağızdan senin adını nefretle haykırması diye. Sen peki biliyor musun insan olmanın nasıl bir şey olduğunu? Yaradılanı, insan ağaç çocuk hepsini, gerçekten Yaradan'dan ötürü sevmeyi. Artık bu saatten sonra da bilme istemem. Sen bilmediğini her gün kanıtla ki kalan 17 günde de senin gibi gözünü kan bürümüş canavarlara oy vermeye eli gidecek insan kaldıysa, onlar da bunları tek tek görsün.

Sen hala can pazarına çevirdiğin sokaklarda canını kurtarmaya çalışana elini uzatanlara "işverenler insanları tahrik ediyor" diyerek dil uzat. O adam yıllar önce parti kurduğunda ben ve bir kaç arkadaşım günlerce ve gecelerce uğraşmıştık bir yerlere gelebilsin diye. Ama daha görecek günlerimiz varmış. Şimdi temiz olduğu için siyasetin hep kenarından dönmek zorunda kalan o koca koca adamlar, senin sokaklarda yarattığın dehşeti ve pislikleri temizleyerek insanına merhamet, vatanına hizmet etmeye çalışıyor.

Sen artık ne hizmet et, ne de merhamet et, ne de onlar üzerinden siyaset, hiçbir şey istemem. 

Bir de vakti zamanında bu geldiğimiz noktaya koşar adım yaklaşırken, kirli çıkar ağlarından beslenerek, yetmez ama evet diye haykıran "hissiyat sahibi" kanaat önderlerimiz var hani. Sizler de bunca yıl kişiliğinizi koyacak yer bulamayıp, şimdi bugün de Berkin'in ekmeğine mi ortak olmaya döndünüz? 

Kaynananız seviyormuş hepinizi. Afiyet olsun. Dikkatli yiyiniz. Çünkü affetmek unutmaktan sayılmaz. 

Somali konserleri, uçakta seyahatler, beraber ağlaşmalar, konutta ağırlanmalar. Bu güzel muhabbetiniz, bir hükümet görevlisinin çıkarı ile ters düşünce "Valla biz de sizin nikahsız yaşamanızı tasvip etmiyoruz Sertab Hanım" sözü ile bitiveriyor işte.  Çok gülüyoruz biz sizlere... Aman sakın küsmeyin, istemem.

Hükümetin tüm karanlık kaleleri düşmüş tüm gerçek yüzleri görünmüşken, bunca canilikleri ortaya dökülmüşken, artık milyonlarca insan bir tek katili işaret ederken, hatta batmak üzere olan gemiyi çıkar sahibi fareler bile terkederken, biz artık sokaklarda can vermeyelim ne olur.

Şimdi bu kalan 17 günde, artık sokakta şehirlere göre buluşma saatlerini gösteren çizelgeleri değil, hangi şehirde hangi parti daha güçlüyse onu gösteren, ona oy vererek bize çıkış yolunu gösteren çizelgeleri güncelleyerek paylaşalım birbirimizle.

Sandıklarımıza sahip çıkmak için yapabileceklerimizi araştıralım, demokratik haklarımızı bu şekilde kullanalım, demokrasi dışında ne varsa sürüklenmeye çalışıldığımız hepsine direnelim.   

Önümüzde çok büyük bir sınav var. Sınava hile karıştırıp sonuçları değiştirmeye, olay çıkarıp sınavı iptal ettirmeye veya vatandaşı polise, polisi kürte, kürtü milliyetçiye kırdırmak isteyene müsade edersek bu zeka testinden çıkamayacağız. Elvan Ailesi, Cömert Ailesi, Sarısülük Ailesi, Korkmaz Ailesi, onca ev ocak, yaşanan her yeni kayıpta bir sefer daha ciğerinin tam ortasınan vurulmasın istemem. Camilere, cem evlerine, kiliseye, emniyete, askeri kışlaya, evlere yeni yeni tabutlar gelmesin, bunlardan beslenen kurtlar artık semirmesin istemem.   


Bu arada, Eğemenliğini Bağışlayan'a en güzel cevap da Berna Laçin'den gelmiş, Can Yücel'den gönderme yaparak bir tweet atmış; Nekro sensin, fil de seni sevsin demiş. 

Fillerden cevap gecikmemiş; "Böyle bir yaratığı sevmemiz mümkün değildir". 

Bence de, sizi filler de sevmesin, bu arada çimen de ezilmesin, hiç mi hiç istemem.
    
13.03.2014
 

March 11, 2014

Uyandırmaya kıyamadığımız çocuklar için; Berkin Elvan

Berkin Elvan. Yani annesinin kıyamadığı çocuğu

16 Haziran sabahı annesine "Ekmeği ben alırım, sen hızlı koşamazsın, ben gazdan kaçarım merak etme" diyip evden çıktı. Bugün, yani 269 gün sonra, anne ve babası hastanenin o en acılı kapısından aldılar evlatlarını.


Cumhurbaşkanı, yani devletin babası, daha dün, yani 268. koma gününde aradı Berkin'in babasını; bir isteğiniz var mı diye sordu. Ama çaresiz babanın son isteğini bile yerine getirmeyi beceremedi koskoca devletin babası. Hastane önü ertesi gün, yani Berkin'in öldüğü gün, yine gaz, yine polis terörü, yine mahşer yeri... 

Baba Sami Elvan tek bir şey istemişti: "Hastane önündeki polis baskısını durdurun" demişti sadece...


Ben sordum devletin babasına, bu son isteği bile yerine getiremediniz nasıl olacak diye, bana cevap verecek değil herhalde...


Mutlu Vali, haberi duyar duymaz bir tweet atmış, Berkin'i kaybettik, başımız sağolsun diye. Anne olan bir arkadaşımdan kendisine cevap gecikmedi; "Kaybettik mi? Bir yanlış olmasın vali bey! Biz kaybettik, siz öldürdünüz." 

Vali bey de Merve'ye cevap vermemiş haliyle...

Egemen Bağıs duyurmuş sevenlerine; bugün de mitinglerde Başbakanımızla birlikteyiz diye...Sordum; utanma durumu olacak mı diye, cevap vermedi tabi.

Dolayısıyla aklıma "Emri ben verdim" diyen zat geldi. "Siyaset öldürmek için değil yaşatmak için yapılır" diyen, sonra çocukları vura vura öldürten. Ben de ona sordum "Bugün Bitlis'teymişsiniz, yarın Mardin'de. Şehir meydanlarında anne babalardan oy istemeye utanmaz mısınız?"


Bugün izliycem, Bitlis'ten mikrofon elinde cevap verir belki sorduklarımıza...


Ben evde çığlık çığlığa bağırıyorum; Katiller! Katilsiniz, korkaksınız, yalancı, rüşvetçi, riyakar hırsız ve katilsiniz! Çocukların katilisiniz!
Evde sabahları okula gitsin diye uyandırmaya kıyamadığımız, "bana bir bardak su getir" bile demediğiniz çocuklarımıza sokaklarda da kıyılabilir, geleceklerinde ezile ezile de. "Vurmayın, öldüm" der, onlar daha da vururlar. Yani böyle kıyarlar. İnsan olmanın ilk şartını unutup, ağzına alıp kirlettikleri dinden imandan dem vururlar. Bunları düşünemeyen, algılayamayan, haberdar olamayan, yanlış yönlendirilen, biyat edenlere, yani bu katil devleti bir daha ve yeniden sandıklarda taçlandırma ihtimali olanlara sorun, anlatın, konuşun, açıklayın...

Mutlu Valiye, Devletin Babasına, Egemenliğini Bağışlayana, "Emri ben verdim" diyen zat'a da sorun.


Sormazsanız, olan evde "yatağını topla" demeye kıyamadığımız çocuklarımıza olacak...


Berkin 269 gün efeler gibi dayandı, 15 yaşında 16 kilo bir çocuk bugün efeler gibi gitti. Biz yarın onunla vedalaşacağız, Gezi'nin son şehidi bu ana kuzusunun hikayesiyle başbaşa kalacağız. Ali İsmail gibi, Mehmet gibi, Abdullah gibi, Ethem gibi...  Ama biz burdayız, bizim çocuklar hala buralarda...


Yani anlatın. Ama çocuğa anlatır gibi anlatın. Büyüklere anlatın. Yani masal değil gerçekleri anlatın.


11.03.2014

March 7, 2014

İzmir'in Dağlarında Çiçekler Açar

Burası yeri mi bilmiyorum...
Ama bu aralar bu ilkokul seviyesine bile yetişemeyen bir "piyes"ten başka bir şey izleyemiyorum, duygularımın düşüncelerimin büyük bölümü hep bunlar...

Bugün, terör örgütü kurma suçundan müebbete mahkum edilen ve 26 aydır hapis yatan 26. Genelkurmay Başkanı, hükümetimizin "tahliye lütfuna" nail oldu.

Sebebi nedir, bu tahliye kararı neye karşılık, nelere gebe bilemesem de...

Şu an, tam şu saatlerde; kader ortakları, dava arkadaşları, içeride birbirlerine omuz olan dostları ile nasıl vedalaşıyordur acaba? Ne diyorlardır birbirlerine?
Gerekçeli kararmış...
Özel yetkili mahkemelermiş...
Emsal teşkil eder miymiş...

Bu tahliye hangi vatana hainlik suçlarını suç kapsamından çıkarmak için onaylandı, bunu hiç konuşmadan anlamışlar mıdır vedalaşırlarken? Lanet olsun böyle işe demişler midir bir kere daha?

İlkokul seviyesinde bir hukuk piyesi oynanıyor.

Peki ya biz? Dışardayız diye özgür mü sanıyoruz kendimizi?

Ellerimiz kollarımız halatlarla bağlanmış, ağızlarımız bantlanmış olarak, gözümüzü bile kırpmadan izlemeye mahkum edildik bu kıyım oyununu.

İleri derecede şiddet adaletsizlik ve hukuksuzluk içerikli bu oyunu sessizce izlemeye mahkum edilmemiz de bizlerin mahkumiyeti işte.

Ama yine de sevinmeden edemiyorum...

Sebebi nedir, bu tahliye kararı neye karşılık, nelere gebe, nelere örtü olacak bilemesem de...

Terörle mücadele ederken terörist suçundan müebbete mahkum edilmiş koskoca bir paşa vardı; müebbete mahkum...  Bugün birilerinin işine gelen yeni bir dolap daha döndü ve bu kez dışarıda. Ama ben yine de mutluyum, neye karşılık, neye bedel olduğunu bilemesem de...

Ben bugün içimden marşlar söylüyorum.

İzmir'in dağlarında çiçekler açar!

March 4, 2014

Filmin Sonunu Değiştirmişler

Ben o kitabı okumuştum, o filmi izlemiştim demeyin… Bir sefer daha izlediğinizde göreceksiniz, aradan geçen yıllar içerisinde o hikaye, bütün karakterler ve hatta sonu bile  değişmiş olabilir. Sakın şaşırmayın …

Yıllar sonra bugün bir daha izledim. Her bir cümlesi, her bir karesi, sahne geçişleri, müzikleri, ve o canım melodisi, hala ve hep ezberimde, hepimizin ezberinde olan filmi uzun yıllar sonra bir kez daha Ama film değişmişti, renkleri, sözleri, sesleri, bütün hikayesi değişmişti sanki.

“Elini tuttum, sıcacıktı…”

Hatırlamayan var mıdır bu repliği? O al yazmalı dünyalar güzelini, deri ceketli deli bakışlı adamı, ve sırtından yağmurluğu, ayağından lastik çizmeleri eksik olmayan bu hikayedeki “öteki adam”ı…  Başrolde aşk yine ve hep dünyanın en güzel, en anlatmaya değer, en sıcacık konusu.

Şaşırdım, İlyas o kadar çok değişmiş ki ben görmeyeli. Bir inat uğruna, başını  sonunu hiç düşünmeden gidip tuttuğu o el ve sonrasında tutamadığı bütün o sözler… Hele o dağlara bayırlara ağaçlara traktörlere avaz avaza bağırışı: “Arkadaş! Sevgilime hoşgeldin de…! Ey dağlar, tepeler, çiftçi kardeş, sakallı keçi, sevgilime merhaba desenize!”  İlyas öyle bağırdıkça ben şaşırdım. Ben onun deli dolu coşkulu tutkulu halini aşkın tanımı gibi hatırlıyordum, rüya gibiydi bu adam. Ne zaman bu kendinden başka kimseyi düşünmeyen bencil ve zavallı adama dönüşmüş?

Benim hatırladığım Cemşit de hiç böyle değildi, sıkıcı adamın biriydi, halbuki hiç sıkıcı değil kaya gibi sağlammış. Zavallı bir tip eğil miydi bu adam eskiden? Şaşırdım güçlü ve merhametli, dağ gibi bir adam olmuş. Yaşlıydı sanki, eski ve heyecansızdı, çok şaşırdım, değilmiş, olgun adam, ağır adam, cesur adammış. Kıskanmayan, yani “yeterince sevmeyen” adamdı, şaşkınlık içinde farkettim ki sadece sükunetliymiş, sakinmiş, gerçekmiş. İlyas giderken, Cemşit o yollardan dönenmiş. Aradan geçen zamanda sanki Atıf Yılmaz pişman olmuş da Cemşit karakterini değiştirmiş sanki. “Ahmet’cim, sen dünyanın en güzel seven adamısın, ona göre oyna” demiş Ahmet Mekin’e. Mavi gözlerini ne güzel parlatmış her şefkatle bakışında. 

İlyas hala çok yakışıklı, buna dokunmamışlar, olduğu gibi bırakmışlar. Ama etkisi değişmiş. Al yazmalı Asya'nın, dünyalar güzeli Asya’nın gözünden düşen ilk damla yaşla birlikte İlyas’ın jönlüğü bir anda bitiveriyor, görmüyorsunuz artık. Bak bir daha izleyin hak vereceksiniz bana…

Sonu acı biten bir film değil miydi Selvi Boylum Al Yazmalım? Filmin sonunu değiştirmişler ben izlemeyeli, mutlu bir son yazmış bu hikayeye Aytmatov. İnanamıyorum, ne çok ağladığıma bu filmi her izlediğim “yarım kalan aşk” diye… Küçüktüm anlamamışım. Adımızı dağlara taşlara yazan, derelere göklere haykıran İlyas’larla beraber biz değişirken filmin sonu da değşmiş. “Senin için bütün dünyayı yakarım!” diye büyük büyük konuşanlarla beraber filmin sonu da değişmiş; ne gerek var ki dünyayı yakmaya, samimiyetle söylenmiş bir çift sözle, içten bakan bir çift gözle zaten dünya yanıyor gerçek olabilen için....

Sonu değişmiş işte! Gerçekten de sevgi ihtimam göstermekmiş, üzebildiğin kadar değerli olduğun değil, üzülmesin diye uğraşmakmış, parmağının ucuyla değil avucunun içiyle sımsıkı tutmakmış, tutunca da hiç bırakmamakmış. Sevgi dostlukmuş, hayallerine sevdalarına, zorluklarına tutkularına yoluna ortak olmak, çözüm olmakmış. Sevgi ihtimam göstermekmiş, cesaret göstermekmiş emek vermekmiş. Ve bunları farkettikçe birçok hikayenin filmin kitabın sonu değişiyormuş, "happy end" yazıyormuş.

Ben o filmi izlemiştim demeyin, siz de aklınızda kalbinizde izini bırakmış bir filmi alın yıllar sonra yeni baştan izleyin, kalbiniz akıllanmış olabilir, ya da siz  yokken filmin sonunu değiştirmiş olabilirler, sakın şaşırmayın ;) 
- 22.12.2012 -